Mobil bankacılıkta, mobil ödemelerde ve online alışverişte oldukça aktif olan Türkiye gibi bir ülkede, kurumsal ve iktisadi koşullar kripto varlıklara olan talebin artmasına neden olabilir. Mesela, TL'nin diğer ülke paraları karşısında değer kaybedeceği beklentisi, yüksek enflasyon ve kapsayıcı bir kurumsal yapının eksikliği, vatandaşların Dolar, Avro ve altın gibi varlıkların yanında, yüksek getiri beklentisiyle kripto varlıklara da yatırım yapmasına neden olabilir. Yani, az önce bahsettiğim gibi vatandaş Merkez Bankası'na ve ekonomi yönetimine güvenini kaybederse, tıpkı dolarizasyon olduğu gibi, kısmi bir bitcoinizasyon da yaşanabilir.
Belki siz de hatırlarsınız, Paypal, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'na (BDDK) lisans için başvurmuş ve başvurusunun reddedilmesini gerekçe göstererek Haziran 2016'da Türkiye'deki faaliyetlerine
son vermişti. Yani, başka bir açıdan bakarsak, Paypal yasaklanmıştı. Paypal yasağı ile birlikte kripto varlıklarla ilgili haber sitelerinde, bu yasağın Bitcoin ve diğer kripto paraların kullanımını arttırabileceğini ve kriptocular için bir fırsat olabileceğini söyleyen
haberler yayınlanmıştı. Yani, kurumsal altyapıyı yeniden düşünmek yerine, Paypal gibi şirketlere kapısını kapatan Türkiye, aynı zamanda hiçbir kurumsal altyapısı olmayan ödeme sistemlerinin popülerleşmesi için de kapıyı aralamıştı.
Geçen hafta Merkez Bankası kripto varlıklarla ödeme yapmayı yasaklamıştı. Kripto varlıkların Türkiye'de popüler olduğu bir sır değildi ama bu konuda doğru dürüst bir düzenleme yapmak yerine Merkez Bankası, kripto varlıklarla ödeme yapılmamasına karar verdi. Wall Street Journal bu
haberi verirken şöyle diyordu (mealen): “Türk lirası bu sene çakıldı ve bu, yerleşiklerin tasarruflarını Dolar, Avro ve Bitcoin olarak tutmasına yol açtı”. Aslında haberin başlığı daha da ileri gidiyor ve diyordu ki, “Türk lirasına olan güven düşünce Bitcoin ile ödemeler yasaklandı”. WSJ'nin haber başlığının doğruyu yansıtıp yansıtmadığı bizim için çok da önemli değil. Önemli olan şu: siz sevseniz de sevmeseniz de Türkiye'de kripto varlıklara yatırım yapılıyor ve yerleşiklerin bir kısmı paralarını kripto varlık olarak saklamayı tercih ediyorlar. Böyle bir ortamda Türkiye'de bu varlıklar ile ilgili doğru dürüst bir yasal düzenleme yok. Tersten söyleyelim, düzenlemenin olmadığı bir ortamda kripto varlıkların alım ve satımına aracılık eden onlarca firma var. Batan, kaçan, sitesini kapatan firmalar bunlardan sadece birkaçı. Thodex olayı ortaya çıkınca hemen “kripto paralar ile ilgili düzenlemeler yapılacak” diye açıklamalar
yapıldı ama asıl soru şu: bu sorun ortaya çıkana kadar neden düzenleme yapılmadı? Neden bu kadar beklendi?
Bu noktada zaten uzayan yazıyı bir anı ile taçlandırayım. Birkaç ay önce bir arkadaşım kripto varlıklara yatırım yaptığını, bitcoin ve diğer türlü çeşit kripto paraya sahip olduğunu söyledi. Nasıl yaptığını sorduğumda iki tane çok güvenilir olduğunu söylediği şirketten bahsetti. Bu şirketlerin websitelerine girip baktım ve dedim ki “aman hocam dikkatli ol, sitedeki bilgilere göre bunlar hiç bir düzenlemeye tabii değil, yarın siteyi kapatıp giderlerse paran buhar olur!” Arkadaşım, “yok bu siteler güvenli” dedi ve beni pek dikkate almadı. Ne yani, bana mı güvenecekti yoksa cep telefonu uygulamasında gördüğü bitcoinlerinin değerine mi? Şimdi, not etmek gerekir ki, arkadaşım, bu kripto varlıklar konusunu pek çok insandan iyi biliyor. Bu sebeple, onu bırakalım ve ortalama bir vatandaşı ele alalım. Mesela ben. Şu an, yani bu satırları yazarken, diğer ekranda bitcoin satın alabileceğim bir siteyi açtım. Bu, güya güvenilir şirketlerden biri. Üye olmam için benden nüfus cüzdanımdaki tüm bilgileri istiyor. Sonra da bu bilgilerin Türkiye ve Türkiye dışındaki kuruluşlar, anket şirketleri vb. ile paylaşılabilmesi için “açık rızam bulunduğunu” söylememi istiyor. Bakıyorum, şirket websitesinde kendi adresini bile paylaşmamış ama benden her türlü bilgiyi istiyor. Bu birinci sıkıntı. Bırakın beni dolandırmayı, verdiğim bilgileri satsa ya da çaldırsa yeter, çünkü kimlik hırsızlarının kullanabileceği kadar çok bilgi istiyor.
İkinci sıkıntı: yasal düzenleme yok! Arkadaşımın güvenilir dediği diğer siteyi açıyorum. Gerçekten de güvenilir görünüyor, çünkü bir de bakıyorum bu şirket Milli Takımlar Ana sponsoruymuş.
Türkiye Futbol Federasyonu ile sponsorluk sözleşmesi yapmış. Not edelim, Futbol Fedarasyonu da kripto varlıkları Merkez Bankası'ndan önce tanımış! Neyse, bu site daha az nüfus kağıdı bilgisi istiyor ama bilgi bankasına bakınca “kullanıcılarımızı tanımak ve gerçek kişilerin işlem yaptığından emin olmak için Müşterini Tanı (KYC) ve Anti Karapara Aklama (AML) prosedürlerini uyguluyoruz” diyor. Yani bir banka gibi çalışıyorlar. Bu ilk bakışta güzel görünüyor ama bir dakika Türkiye'de bu gibi şirketlerin böyle bankalar gibi işlem yapabilmesine, prosedürler uygulamasına falan dair bir düzenleme var mı? Benim bildiğim kadarıyla yok. (Erol Taşdelen de Paraanaliz'deki
yazısında bu şirketlere özel bir düzenleme olmadığını söylüyor.) Bu tabii ki bu şirketlerin güvenilir olmadığını göstermez ama bu konudaki yasal eksikliğin güvenilir olmayan şirketlere faaliyet alanı açtığı da çok açık. Eskiden (70'lerde) bir reklam vardı, apartman sakini “
yönetici uyuyor mu?” diye bağırıyordu, işte öyle bir durum var. Vatandaş harıl harıl kripto varlık işlemi yapıyor, kripto varlık alım-satımına aracı olan bir sürü şirket var, resmi sponsorluk anlaşması bile yapıyorlar–yani ortada gizli saklı bir durum yok–ama bunlara rağmen ortada bu işleri düzenleyecek bir düzenleme yok. Bir dakika, pardon, geçen hafta Merkez Bankası kripto varlıklarla ödeme yapmayı yasaklamak suretiyle kripto varlıkları resmi olarak tanımış oldu! O var. Onu unutmayalım.
Başta ne demiştik? Bu para ve para-gibi-şeyler için olmazsa olmazlardan biri, karşılıklı uyumlu beklentiler ve güvendir. Vatandaş tabii ki kendi başının çaresine bakabilir. Sonuç olarak, riskli bir yatırım yapıyorsanız, bunun sonuçlarına da katlanmak zorundasınız. Sizi koruyan hiç bir yasa veya yönetmelik yokken paranızı ve tüm kişisel bilgilerinizi bir şirkete teslim edip para kazanmayı umuyorsanız, patron paralarla birlikte yer değiştirince de sorumluluğu almanız gerekir. Yani, bireyin buradaki sorumluluğu yadsınamaz. Ama düşünürseniz, konu sadece bireyler değil. Konu aslında Türkiye ekonomisi. Konu, finansal piyasaların düzenlenmesi ve güven ortamının sağlanması meselesi. Yöneticilerimiz sürekli “kurallı piyasa ekonomisi” dedikleri için biliyorlardır, piyasa ekonomisinin işlemesi için en azından minimum bir yasal çerçevenin olması, mülkiyet haklarının korunması, ticarette üç kağıda başvuranların hızla cezalandırılması falan gerekir. Konu kripto varlıklar olunca da değişen bir şey yok. Eğer kripto varlık piyasaları varsa, vatandaş bu piyasalarda işlem yapıyorsa, kamu otoritesinin burada da minimum şartları sağlaması lazım. Vatandaşı dolandırıp yurt dışına kaçanları cezalandırmak tek başına yeterli olamaz. Dolandırıcıların hayatını baştan zorlaştıracak düzenlemeler yapılması lazım. Ancak,
geçen hafta da dediğim gibi, bu düzenlemelerin toptancı bir anlayışla “yasssah kardeşim” diyerek değil, fayda ve riskler dikkatlice göz önüne alınarak yapılması lazım.
Uzattım farkındayım, ama aslına bakarsanız, kripto varlıkları geçin, Türkiye'nin ödeme sistemleri ile ilgili düzenlemelerde bile sorunlar var. “Nasıl sorunlar var?” diyorsanız sizi, Sahin Ardıyok, Emin Köksal ve Ramiz Arslan'ın yazdığı “
Competition and regulation in Turkish payment services markets” başlıklı yazıyı okumaya davet ediyorum. Benim görebildiğim kadarıyla sorun şu: normalde düzenlemelerin ödeme hizmetleri piyasasında rekabetçiliği sağlaması ve görece küçük yenilikçi firmaların da ödeme hizmetleri piyasasına girip rekabete katılmasını mümkün kılması lazım. Ama bizde pek öyle olmamış. Merkez Bankası 2019 yılında hem piyasa düzenleyici rolü üstlenmiş hem de bankaların kurduğu Bankalararası Kart Merkezi'ne
büyük ortak olmuş. Yani düzenlemesi icab eden piyasaya oyuncu olarak girmiş. Biz tabii ki kamu otoritesinin rekabeti kolaylaştırmasını, piyasa kurallarını belirlemesini ve aynı zamanda da hukukun üstünlüğünü sağlayarak firma ve bireylerin güvenle işlem yapabileceği piyasalar yaratmak için çalışmasını bekliyoruz. Bu sebeple, bu düzenlemelerin nasıl yapılacağını falan çok iyi düşünmek gerekiyor. Yani, konu sadece Thodex meselesi değil. Konu, sağlıklı finansal piyasaların oluşturulması meselesi.
Rezervler, rezervler, rezervler…
Rezerv konusunu geçen hafta ele
almıştım. Doğrusu, tartışmada çok fazla bir ilerleme olmadı. Aslına bakarsanız, geriye gitmiş bile olabiliriz, çünkü kavramlar ve rakamlar iyice birbirine karıştı. “Geçen hafta zamanını nasıl boşa harcadın?” diye soranlara rahatlıkla, Merkez Bankası rezervleri ile ilgili tartışmayı takip ettim diye cevap verebilirsiniz. Ben de sizler gibi bu tartışmadan sıkıldım artık ama yine de bir iki şeyi not edeceğim. Açıklama yapanlar arasına, en son TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu
katıldı. Ondan önce de Nurettin Canikli gazetecilerin sorularını
yanıtlamıştı.
Yetkililerin yaptığı açıklamaları dikkatlice dinlemeye çalıştım ama bu açıklamaları kime yapıyorlar pek anlayamadım. Eğer bu açıklamaları benim gibi ortalama bir vatandaş için yapıyorlarsa, çok fazla teknik detaya giriyorlar. Bildiğiniz gibi Merkez Bankacılığı oldukça teknik bir konu ve bu işin uzmanları dışında MB'nin teknik işlemlerini tam olarak anlayan yok. Zaten anlamamız da beklenemez. Öte taraftan, bu işin uzmanlarının tepkilerine bakınca da görüyorum ki onlar da yetkililerin teknik detaya çok hakim olmadığını düşünüyor. Yani, hedef kitle Merkez Bankası uzmanları da olamaz. Bir ihtimal yetkililer, hem vatandaşı hem de uzmanları tatmin edecek açıklamalar yapayı hedeflemiş olabilirler ama gördüğüm kadarıyla bu konuda çok başarılı oldukları söylenemez. Belki de strateji değiştirip uzmanlara ayrı, vatandaşa ayrı açıklama yapsalar daha iyi olur.
Biraz iktisat bilen ortalama bir vatandaş olarak ikinci gözlemim, yetkililerin yaptığı açıklamalarda temel iktisat kavramlarını doğru ve etkili kullanmadıkları. Basit şeylerden bahsediyorum. Mesela, dalgalı kur sisteminizdeyiz diyorlar, kur piyasada arz ve taleple belirlenir diyorlar, ondan sonra da çıkıp Merkez Bankası'nın piyasadaki talep fazlasını karşılama yükümlülüğü var diyorlar. Merkez Bankası her talep artışını karşılamaya kalkarsa, bu kur seviyesini sabit tutmaya çalışmak anlamına gelir ki bu da kurun piyasalarda belirlendiği önermesiyle çelişir. Eğer Merkez Bankası her talep arttığında veya her talep fazlası olduğunda piyasaya girip arzı arttırırsa, ona “fiyatlar serbest piyasada oluşuyor” denmez. Dense dense, Merkez Bankası kuru belirlemeye çalışıyor denir. Emrah Lafçı da
son yazısında bu konuya değinmiş. Ona da bakmak isteyebilirsiniz. Benzer bir kafa karışıklığı da konvertibilite konusunda yaşanıyor. Uğur Gürses
son yazısında bu konuyu ele aldı. Okumanızı öneririm.
Neyse, eğer iktisat bilgim beni yanıltmıyorsa, cevaplanması gereken soru şudur: Merkez Bankası neden sürekli kura müdahale etme ihtiyacı duymuş ve bunu bilindik yöntemlerle yapmamış da alışılmadık bir yöntemle yapmış? Bir de tabii ki, neden bunu yaparken iktisat konusunda bildiklerimizi, imkansız üçlüyü falan göz ardı etmiş (bunları
geçen hafta yazmıştım)? Yapılan açıklamalarda genel olarak bu kur müdahalesinin gerekli olduğu vurgusu var ama “neden?” sorusunun cevabı iyi verilmiyor. Mesela, salgın yüzünden deniyor ama aynı salgınla karşı karşıya olan benzer ekonomilerde neden benzer bir durum yaşanmadığı açıklanmıyor. Bu konuda Bloomberg HT'nin hazırladığı
grafiğe de bakmak isteyebilirsiniz (
ilgili haber):