Aşı ve patent tartışmaları
Haberlerde okumuşsunuzdur, ABD aşı patentinin geçici süreyle de olsa serbest bırakılmasını destekleyeceğini
açıkladı. Geçen Ekim ayında Hindistan ve Güney Afrika, Dünya Ticaret Örgütü'nden böyle bir talepte
bulunmuştu. ABD, işte bu talebi destekliyor. AB ülkeleri ise bu konuda fikir birliği
sağlayamadı. Mesela, Almanya bu öneriye karşı
çıkıyor. BioNTech kurucu ortağı Özlem Türeci de “Aşı patentinin askıya alınması iyi bir fikir değil”
demiş. Bu arada, Hindistan'da 7 Mayıs'ta bir günde 4 187 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını
kaybetti.
Aşı patenti ya da aşıyla ilgili fikri mülkiyet hakları konusunda büyük bir tartışma var. Takip edebildiğim kadarıyla, pek çok kişi aşıyla ilgili patent korumasından vazgeçilmesini istiyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, ben şimdi “konu o kadar da basit değil” diyeceğim. Ama bunu demeden önce, sonda söyleyeceğimi hemen başta söyleyeyim:
Salgın süresince her bildiğimizi yeni baştan değerlendirdiğimiz gibi, bu patent konusunu da baştan düşünmemizde fayda var. Yeni teknolojiler ve dahi yeni krizler her zaman mülkiyet hakkı konusunun yeniden ele alınmasını gerektirmiştir. Mesela, 1890'larda arsanın mülkiyet hakkının arsanın altında (yer altı) ve üstünde (gök yüzü) yer alan her şeyi kapsadığı düşünülüyormuş. O zamanlarda, Sir William Blackstone demiş ki, “Yani şu ‘arsa’ kelimesi sadece dünyanın yüzeyini değil, onun altındaki ve üstündeki her şeyi kapsar” (
Commentaries on the Laws of England in Four Books, Philadelphia: J.B. Lippincott Co., 1893. Vol. 1 - Books I & II.). Taa ki ne zamana kadar? Uçaklar ortaya çıkıp o arsalar üzerindeki göklerde cirit atmaya başlayana
kadar! Arsa sahipleri gökyüzü üzerindeki haklarını savunmuşlar mı? Savunmuşlar. Ama zaman içinde, uçakların her uçuş için güzergahlarındaki tüm arsa sahiplerinden izin almasının aşırı saçma olduğu anlaşılmış! Dünyayı etkileyen bir salgın söz konusuyken, yer gök bana ait diyenlere “bir dakika dur, bu salgından en çabuk ve en hakkaniyetli şekilde nasıl kurtuluruz, onu düşünüyoruz!” dememizde fayda olabilir. İnsanlığın ortak faydası, bu sefer, patentlerin serbest bırakılıp, dünyanın iş birliği içinde aşı üretimini arttırmasından geçiyor sanki. Evet, bu zor bir iş. Ama bu Covid-19 da sıktı artık. Yani!
Şimdi bunu neden söyledim açıklamaya çalışayım. Patent tartışmasında gündeme gelen sorular şunlar: (1) Aşı patentleri askıya alınırsa, aşı üretimi ve dağıtımı konusundaki sıkıntılar azalır mı? (2) Covid-19 aşıları için patent korumasının kaldırılması, Covid-19 mutantlarına ve gelecekte ortaya çıkabilecek virüslere karşı aşı geliştirilmesini yavaşlatabilir mi?
İlk bakışta, birinci sorunun cevabı “evet"miş gibi görünüyor. Ancak, birinci soruya verilecek cevap, ikinci sorunun cevabı ile de ilgili. Patent korumasını savunanların argümanlarından biri, ikinci sorunun cevabıyla ilgili. Diyorlar ki, patent korumasını kaldırırsanız, firmaların, Covid-19 mutantlarına ve gelecekteki salgınlara karşı hızlı bir şekilde aşı geliştirme müşevviğini de azaltırsınız. Alın size "hayatın içindeki iktisat”!
Şimdi, görevimi yapayım ve kafanızı biraz karıştırayım! 🙂
İktisadi açıdan bakınca, bu patent konusu,
geçen hafta da bahsettiğimiz “görünmez el” ile ilgili. Daha doğrusu, görünmez elin neoklasik iktisattaki yorumu ile ilişkili. “Görünmez el"in bu yorumunu iktisat derslerinden biliyorsunuz. Basitçe diyor ki, serbest piyasalar iyidir. Özgürce karar alan bireyler ve firmalar, kendi amaçları peşinden koşarken piyasaların etkin bir şekilde işlemesini sağlar. Buna görünmez el teoremi diyelim.
Bu görünmez el teoremi, örtülü olarak, mülkiyet haklarının korunduğunu varsayar. Çünkü, serbest piyasa dediğimiz şeyin işlemesi için bireylerin ve firmaların tüketim ve üretim seçimlerini özgürce yapması yetmez. Ürettikleri ve satın aldıkları şeylere dair haklarının da korunuyor olması gerekir. Bunun mantığı basit: ürünlerinizi ve sahip olduklarınızı koruyan bir sistem yoksa, üretmeye ve satın almaya pek gönüllü olmazsınız. İşte mülkiyet hakları, üretim ve tüketim için gerekli alt yapıyı sağlar.
Patentlerle ilgili soru şu: fiziki malların mülkiyeti ile ilgili olan bu varsayım, patentler gibi fikri mülkiyet hakları için de geçerli midir? Yani, düşünüp, taşınıp, binbir zahmete (ve masrafa) katlanıp ürettiğiniz fikrin korunması, piyasaların teorideki gibi etkin bir şekilde işlemesi için gerekli midir? Bu soru neden önemli? Çünkü, aşıda patentleri savunanlar, örtülü olarak, fikri mülkiyet hakları ile fiziki şeylerin mülkiyet haklarının aynı olduğunu varsayıyorlar ve piyasanın işlemesi için patent korumasının gerekli olduğunu düşünüyorlar.
Soruyu cevaplamak için fikri mülkiyetin, bir fikirle, yani fiziki olmayan bir şeyle ilişkili olduğunu akılda tutmakta fayda var. Mesela, bir evin mülkiyet hakkı ile, bir fikrin mülkiyet hakkı arasında bazı farklar var. Birincisi, evi ben kullanıyorsam, siz kullanamazsınız. Siz kullanıyorsanız, ben kullanamam. Ama bir fikri ikimiz de aynı anda kullanabiliriz. İkincisi, fiziki şeylerin çoğu bir arz kısıtına sahip. Fikirler söz konusu olduğunda durum farklı. Bir fikri yüzlerce, binlerce kişi kullansa da fikir tükenmez. Üçüncüsü, fiziki mülkiyet belirli bir şeyle ilgilidir. Mesela, Ankara Keçiören'deki belirli bir evin mülkiyeti veya bugün aldığım şu kalemin mülkiyeti ile ilgili olabilir. Fikirler söz konusu olduğunda durum farklı. Şu an kullandığım klavyenin mülkiyetinden değil, bu klavyeyi ve bunun gibi binlerce klavyeyi üretmeyi sağlayacak bir fikirden bahsediyoruz. Belirli bir makinadan değil, o makinanın nasıl tasarlanacağı ile ilgili fikirden bahsediyoruz. Şöyle düşünün: fiziki olarak varlık bulan basılı bir kitabın mülkiyet hakkı ile bu kitabın içindeki fikirlerin mülkiyet hakkı birbirinden farklı şeyler. Özetle, fikirler, bu özellikleri itibariyle piyasa mallarından çok kamu mallarına benziyorlar. Bu sebeple, patentleri veya genel olarak fikri mülkiyet haklarını piyasa temelli argümanlarla savunurken bunu dikkate almak gerekiyor.
Fiziki şeylerin mülkiyet hakkı ile fikirlerin mülkiyet hakkı arasındaki farkları, bu konudaki felsefi tartışmalar bağlamında da değerlendirebiliriz aslında ama bu konuya çok da girmeyelim. Sadece mülkiyet hakkını savunanlar neden savunuyorlar onu söyleyeyim. Üç temel argüman var. Birincisi,
John Locke'a kadar geri götürebileceğimiz bir argüman. Diyor ki, bu insanların doğal haklarıyla ilgilidir. Basitleştirirsek, argüman, insanın varlığını sürdürme hakkı bağlamında emek harcadığı şeylerin mülkiyet hakkına da sahip olması gerektiğini söylüyor. İkincisi, uzmanların
Hegel'e kadar geri götürdüğü bir argüman. O da şöyle: (yine aşırı basitleştirerek) kişinin fikirlerini–misal, bir kitapta veya bir tasarımda–dışa vurma hakkı, o kişinin dışa vurduğu fikirlere de sahip olmasını gerektirir. Bu iki argüman da, aşı söz konusu olduğunda çok ikna edici değil. Sonuçta, benim varlığımı sürdürmemi ve hayatta kalmamı sağlayan bir fikir (mesela, aşının geliştirilmesini sağlayan fikir), başkalarının hayatını da kurtarabilir. Daha da önemlisi, başkalarının bu fikri kullanması benim kullanmamı engellemez. Diyelim ki ben bir salgın sırasında, kendi hayatımı kurtaracak bir aşı buldum. "Bu aşı benimdir kimselere vermem” demek yerine başkalarının da bu fikri kullanmasına izin verirsem, insanlığın varlığını sürdürmesine de yardım etmiş olurum. Özetle, insanın varlığını sürdürme hakkına veya kendini ifade etme hakkına dayanarak aşıda fikri mülkiyet haklarının korunmasını savunmak pek kolay değil.
Üçüncü argüman ise iktisatçıların sıklıkla kullandığı bir argüman:
müşevvik temelli faydacı (utilitarian) argüman. Bu argüman basitçe şöyle:
Fikirler, buluşlar, yaratıcı ve bilimsel eserler, toplum için faydalıdır. Fikri mülkiyet haklarının korunması, bu fikirlerin, buluşların ve eserlerin üretilmesi için (parasal) müşevvikler sağlar. Eğer fikri mülkiyet hakları korunmazsa, bu fikirler, buluşlar ve eserlerin üretimi azalır.
Bu argüman diğerlerine göre daha ikna edici ama yine de sorunlar var. Birincisi, fikirler, aşı gibi buluşlar ve yaratıcı eserler, fikri mülkiyetin korunmadığı dönem ve yerlerde de üretilmiş ve üretiliyor. Açık kaynak ve özgür yazılım örneğinde olduğu gibi günümüzde fikri mülkiyet hakkı korumasına ihtiyaç duymadan üretilen pek çok yaratıcı fikir var.
İkincisi bu argüman, fikri mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili ödünleşmeyi dikkate almıyor. Fikri mülkiyetin korunması, bir taraftan fikir üretimini teşvik ederken, diğer taraftan da üretilen fikirler ile ilgili tekeller oluşturuyor ve rekabeti kısıtlıyor. Fikirler, buluşlar ve yaratıcı eserler, yoktan var olmuyor. Yeni fikirler eski fikirlerin üzerine inşa ediliyor. Mesela, fikri mülkiyet haklarının korunması, fikirler için tekel hakkı verdiğinden yeni fikirlerin ortaya çıkmasını yavaşlatıyor olabilir. Tersten düşünürseniz, fikri mülkiyet hakları üzerindeki korumanın kalkması, mevcut fikirleri herkesin kullanımına açarak fikirden doğan şeylerin (aşı, makina, oyun konsolu, aşı vb.) üretimini arttırabilir ve hatta yeni fikirlerin filizlenmesine de yol açabilir.
Müşevvik temelli argüman, korumanın kalkmasının olası negatif etkilerini dikkate alıyor ama olası pozitif etkilerini göz ardı ediyor. Aşı hakkında düşünürken, bu ödünleşmeyi, mevcut Covid-19 aşılarının üretimi ve gelecekte ortaya çıkacak virüslere karşı aşı geliştirilmesi açısından ele alabiliriz. Mevcut kapitalist sistem içinde, korumanın kalkmasının negatif ve pozitif etkilerini dikkate alarak düşünmek gerekiyor.
Görünmez el konusuna dönersek, fikri mülkiyet haklarının korunması argümanı, aslında bir piyasa başarısızlığını, başka bir piyasa başarısızlığı yaratarak çözmeye çalışıyor. “Koruma olmazsa, az fikir ve buluş üretilir” deyip sonra da tekel gücü veren bir koruma kalkanı öneriyor. Dolayısıyla, fikri mülkiyet hakkını iktisadi açıdan savunanlar, bir tarafta tam rekabetçi piyasanın nimetlerini överken, diğer taraftan da geçici süreyle de olsa fikir sahiplerine tekel gücü verilmesini savunuyorlar. Hassas dengeler!
Sizin anlayacağınız, genel olarak fikri mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili her yönüyle tutarlı ve sağlam bir argüman geliştirmek çok kolay değil. Yani, bir düşünce insanının fikri mülkiyet hakkı ile aşı firmasının fikri mülkiyet hakkını aynı kefeye koyup tek bir argümanla savunmak zor görünüyor. Öyleyse, söz konusu aşı olduğunda, salgın koşullarını da dikkate alarak bir değerlendirme yapmakta fayda var. Dünya çapında bir salgın söz konusu iken, toplumun ortak faydası, dünyanın ortak faydasıyla aynı anlama geliyor ve öncelikleri yeniden değerlendirmek gerekiyor. Bu sebeple, bu konuda düşünürken iktisatçı reflekslerimizi biraz frenlememizde fayda olabilir.
Şimdi gelelim aşı konusuna. Bu konuda düşünürken pek çok faktörü dikkate almak lazım. Mesela, patent dediğimiz şey, aşı üretiminin adım adım nasıl yapılacağını gösteren bir döküman değil. Dolayısıyla, patent serbest kalsa da, misal ben aşıyı üretemem. Aynı şeyin gelişmekte olan ülkeler için de geçerli olduğunu söyleyenler var (aşağıda karşı argümanı da vereceğim). Özetle, patentin serbest kalması, herkesin mucizevi bir şekilde aşı üretebileceği anlamına gelmiyor. Aşı patentinin serbest kalması, çok aşamalı bir sürecin sadece ilk adımı olabilir.
Konuyla ilgili olarak yazılanlara bakalım:
- Financial Times'taki habere göre, ilaç firmaları zaten üretim kapasitesini artırmak için rakipleriyle iş birliği yapmak dahil her şeyi deniyorlarmış. Buna ek olarak, haber, Moderna'nın geçen sene patentlerini erişime açtığını ve bunun aşı üretimine bir etkisi olmadığını söylüyor.
- Merak edip baktım, Moderna, Kasım 2020'de yaptığı açıklamada “Moderna will not enforce our COVID-19 related patents against those making vaccines intended to combat the pandemic” demiş. Yani, benim anladığım, Covid-19 ile ilgili patentleriyle ilgili yasal yollara başvurmayacağını söylemiş. Eklemem gerekir ki, bu konu da çok basit değil, çünkü Moderna'nın patentleriyle ilgili başka tartışmalar var.
- Bu arada Moderna, son gelişmelerden sonra da aşıyla ilgili patentlerin serbest bırakılmasının şirketi etkilemeyeceğini söylemiş.
- Ancak, genel olarak ilaç şirketleri fikri mülkiyet haklarından feragat edilmesinin daha fazla aşı üretilmesini sağlamayacağını düşünüyormuş.
- The Guardian haberi ise aşı üretimi için gerekli ham madelerdeki arz sıkıntısının, patentlerin serbest kalmasından daha önemli bir kısıt olduğunu söylüyor.
- Geçen hafta, Güven Sak da yazdı. Güven hoca, “Patent koruması olmasa, aşı kolayca bulunur mu?” başlıklı yazısında şöyle diyor. “İş, formülü almakla bitmiyor. […] bunun sağlıklı üretimi için gereken altyapıya sahip olmanız lazım. Üretimin doğru şartlarda yapılıp yapılmadığının denetlenmesi ve kalite garantisinin güvenilir biçimde verilmesi lazım. Ne lazım? Kurumsal altyapı ve yönetim becerisi elbette. […] Zamanında üç kamyonu bir köprüye yöneltemeyenlerin, üç maskeyi millete bedava dağıtamayanların, formül elde bile olsa aşıyı sağlıklı şartlar altında üretebileceğinin de hiçbir garantisi yok maalesef. Kalite kontrol protokolü de fotokopi ile çoğaltılıp verilmiş olsa bile, sonucun aynı olmayacağını herhalde hepimiz biliyoruz.”
- DW de konuyla ilgili haberinde, “patente erişim, aşıya erişim demek değil” diyor. Yani, iş patentle bitmiyor diyor.
- Kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan İhmal Edilen Hastalıklar için İlaç girişiminden Rachel Cohen, patentler serbest kaldıktan sonra yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: (a) aşı üretimi ile ilgili bilgi ve becerilerin aktarılması ve (b) üretim kapasitesine yapılan büyük bir yatırım yapılması.
- The Conversation'daki yazıda da patentin aşı üretimindeki tek engel olmadığını ve gelişmekte olan ülkelerin özellikle yeni nesil aşıları üretebilmesi için teknolojik bilgi aktarıma ihtiyaç duyacağını söylüyor.
Eklemek gerekir ki (yukarıda bahsettiğim) “patent serbest kalsa da gelişmekte olan ülkeler bunu üretemez” argümanına da biraz şüpheyle yaklaşmakta fayda var.
- Mesela, LSE ‘blog'undaki yazısında Siva Thambisetty bunun çok da doğru olmadığını örnekler vererek açıklamaya çalışıyor.
- Siva Thambisetty, başka bir yazısında ise, ilaçlar söz konusu olduğunda, fikri mülkiyet haklarının korunmasının ortak faydaya hizmet etmediğini anlatıyor.
- Bütün bunlara ek olarak, aşı üreten şirketlerin kamu kaynaklarıyla desteklenmiş olmasını dikkate almakta fayda var. Gökçe Başbuğ, Medyascope'da aşı patenti konusundaki soruları cevaplamış ve bu konuya da değinmiş. İzlemek isteyebilirsiniz.
Sonuç olarak, ilaç şirketleri patentlerinden vazgeçse bile dünya güllük gülüstanlık olmayacak. Aşı üreten şirketler haklarından feragat etseler bile aşı üretimini arttırmak ve aşıyı hakkaniyetli bir şekilde dağıtmak o kadar kolay bir iş değil. Ama her şeye rağmen, Covid-19 salgını her şeyi yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Anlatmaya çalıştığım gibi, hem “patent koruması olmazsa piyasa işlemez” diyenler hem de “patentlerden vazgeçilirse sorunlarımız çözülür” diyenler konuyu gereğinden fazla basitleştiriyorlar. İlk önce karşımızdaki problemin karmaşık bir problem olduğunu kabul etmemiz lazım ki problemi nasıl çözebileceğimizi düşünmeye başlayabilelim.